oluş ve bozoluş-
-nasıl bir yaprağı yanan ağaç köküne değin yangınsa
insan da hakikatin izini kaybettirdiği külüdür kendi kabristanında.
gölge kristalize olmaya yeltenen bir maskedir
ölmak diye yazılıyordu artık,
uz bilmenin çoğunluğuyla
parmak izlerinden tiksinen şakaklarda
o mezarların üstünde
örtünerek
uyuyorduk
ya da ben
bir yılan gibi kulaksız olmayı diliyordum yalnızca.
herkesin
gizlediği bir rahmi vardı sırtında
için sancılarıyla yüz çizen
için gri süzülen, için kamburuna sis olan
kaşıyarak tırnak içlerinde biriktirdiği kirle
başkasının irinine yaslanarak
gölge sancısıyla kavrulan.
bize kakalanan miras boğulan bir çiçeğin ikilemiydi
tanrı
diğer hayvanlardan ayrıldığımızı
fersah fersah alınlarımıza kazırken
tembihlemişti çoktan,
halbuki
korkaraktan itiraf edemediğimiz
günlük sayfalarındaki suydu;
imzası nefislerin.
ve
bizi kazıdıklarında
gebe bırakıyorlardı ölümü
bizi açtıklarında
işte öyle
sessiz bir hafızaydı yalnızca.
kalplerimize attığımız her bir sütürün ismiydi sığındığımız tanrıların isimleri ()
nasıl ki bir zerreye ulaşıyorsa
yalnızca her değirmide
kabuğu soyulan su kaplumbağası
ağızlarımıza tıkadıkları hayat da
göğsümüze uzanan
bir başkasının terk ettiği
soğuk mağaraydı
pustan.
ve
bir gün olur da ölmek istersek
diye giydirdikleri kimsesiz iskelet,
iskemlesinde
ruha uzanmayalım diye
verdikleri bir parmaklıktan
farksızdı.
doğmak peyderpey bir gölgeyi tutmaya tabiydi
kamburumuzu
seyircisiz bir salona verdiğimizde
nasıl tereddütsüzce mahkumiyete sarıldıysak
çürümek kendi tükenişinde kaybolmak değil
ölümün adresini bilmekti.
irşat ettikleri
bizi çıkardıkları yere geri çağırıyordu
ya da aslında yalnızca avunuyorduk
gelmemiştik buraya
hiç.
ol(m)uş ve bozuluş-
-hiçlik dişleriyle hiçbir ölüm kemirilmedi,
söktü kendini kendi coğrafyasından
yok’larcasına.
– Yiğit Bağcı
2 thoughts on “[şiir] yoklar kabristanı | yiğit bağcı”
uzun zamandır okuduğum en derin şiirlerden birisini yazmış İTÜ’lü mühendis adayı genç arkadaşımız. Tebrik ederim
Arkadaşımın bu şiiri beni çok duygulandırdı. Çok iyi bir şiir.