Şimdi karşımda ayna var, çekiniyorum ondan
Onun nesnelerin görüntüsüyle kirlenmiş,
Üzerine büyü okunan yayvan seramikleri andıran,
Bir soğukluğu var bana kalırsa

Aynanın gözünden bana baksam ne görürdüm:
Ten kırışıklarında yağ gibi donmuş,
Fikri geçmiş hatıraların,
Ödipal, keskin kılçıklarla örülmüş, bolca kördüğümlü;
Lanetli ve ayıplı pubik kılların
Bayatlamış sert bir içkiyle yıkanmış bir fercde bekleyişini
— işte öyle eğretiyim.
Ayıplarla, suçlarla, nicedir yalanlarla;
Yaşamımın son nefesini verirken
Arzularımın, dibinde ağulu bir misk birikmiş karnının
ve bedenimin en inatçı hazlarıyla doluyum

‘Bir ip’ diyorum ‘bir ip’,
Otoerotik bir takıntıyı yıllardır sürdürüp
Haz ilkesini tersinden gıdıklarken
En utanmam gereken yerde,
Kendi acımı, sevinilecek bir şeymiş gibi düşünerek
‘bir ip’ diyorum, ‘’hırdavatçıdan mı alınır?’’,
‘’nalbur ne demektir’’, ‘’dünya çok değişti!’’

Ankara’da yalnızca Dost’a ve İmge’ye giriyorum
Herkes çekilmişse, Turhan’ın tekinsizliğinde
Dışardaki rafları, müşterisizliğinde seyrediyorum
Jelatinleri üzerinde, kağşamış, günler gibi birikmiş ürünler
Bende, muhtemelen yalnız benim anlayacağım bir başarısızlık hissi uyandırıyor
Başaramama düşüncesinin, muntazam bir takıntı olduğunu biliyorum:
Ona başarma hırsı eşlik ediyor

Bu hayatta hiçbir halt beceremedim
Yaşamdan, diri sürdürülen bir ölümmüş gibi korktum
Soluyan, kriminalize, bir köy lavabosu ağzında bekleyen,
Biçilmiş bir ot gibi sinekli bir cesedin uğursuzluğu

Arzu ettiğim hiçbir şeyi yaşayamadım,
Yaşayamadıkça eros’u vücudumun içine gömdüm
Ve zihinle, imgeyle onu ovuşturmaya,
Böylece, en büyük hazzın ölüm olduğunu anlamaya başladım

Bu ayıplı, buraya göre olmayan sözlerimi,
Bilmem; yine kimden sakınmam gerekir?
Kazanımın, sanatsal hazzın çalışmakla elde edilebilir bir şey olduğuna hiç inanmadım
Hiç çalışmadım,
Kasiyerlik yaptığım, psikozun en temel hazlarıyla reyonlardan devşirilen,
Bir kara kovanın içinde uğulduyormuş gibi dünyaya yabancı,
O on iki saati ve ilk gençlik stajımı geçecek olursak.

Aramızda kalsın, hiç kimseyi beğenmedim
Layıkıyla ‘’hoşlandım!’’ diyebileceğim biri olmadı
Hiç kamp atmadım, yakın bir adaya yüzerek geçmedim,
Kedi sahiplenmenin yuva mitine yakınsayan,
İç gıdıklayıcı özgeciliğini içimde hiç duyumsamadım
Hiç kuş yemlemedim,
Derin bir yamacın ucundan
Kanlı bir yağ zerresi gibi, ketenden göğü inen güneşi izlemedim
Hiç seyahat etmedim Avrupa’ya,
Hiç dil öğrenmedim – bazı esrimelerim haricinde
Bilincin katı, çöp kağıdında kömür gezdirirken,
hiç keyif duymadım, kursağım bir heyecanın ucunda titremedikçe
kendime sorar oldum: ben ne zaman hadım edildim?

Hadımlığımdan arda buruk bir haz kıvılcımı kaldı
Kelimelerin cinsiyetleri kaybolmaya başladı
Cinselliğin sıvıları meğer zehirliymiş,
Hadım edildiğimin ilk gecesi,
Annemin yatağında dizlerim karnımda,
Gergin kumaşı huysuz etimle üzecek,
Yatağı zihinsel kıyılardan aşağı sürecek,
İniltili bir uyku uyudum;
Kafka rüyaları gördüm:
Zemin, gürbüz bir kadının dili kadar yumuşaktı,
art deco bir mekândaydım,
Randvari bir distopyanın dünya dışı geometrisi,
bir kettle gibi kızışan okyanus, baloncuklarıyla,
su altına gömülmüş parlak kentin camlarını,
tekinsiz tekinsiz okşuyordu;
mesafesiz, daracık ve basık merdivenleri çıkmakla sorumluydum
ve bir türlü uyanamamakla.

Annemi sevmek imkânsızlaştı,
Babanın ilkesine direnmek de öyle,
Haz ilkesi zincirden boşandığında veya
Gebelikten artakalan bir karın gibi sert sert söndüğünde
Dünya acının pay edildiği türden bir mezâmire dönüyor:
Geriye sadece ızdırap demetleri kalıyor

O günlerden şimdiye kendimi berbat bir adam olarak yetiştirdim
Annemin çoraplarını bacaklarıma giymek istedim
Erkekliğime zarar gelmedi
Eski sevgilimin ruju hafızamın çorak suyunda,
Nasıl uzak bir fanusun içinde,
Balığın suyun karnını yardığındaki gibi tatlı bir sesle,
Nasıl da kımıldanıyor,
O rujları sürmek istedim;
Erkekliğime zarar gelmedi
Fakat bunlar itkiye dönüşmesi hedeflenmeyen saf arzu küreleri olarak
Zihnimde bir rüya dikkatiyle korundular

O günden şimdiye kendimi yetiştirdim,
Adi bir adam olmak için
En telaşlı işveren kapılarında bile işsiz,
gevşek sarılmış sigaralardan dökülen sert tütünlerle kevgire dönmüş eşofmanı diz hizasında uyanan, kıçı delik,
Her gün aynı şikâyetlerle yakınan
Birkaç seneye kimselerin uğramadığı birine
Zaman ve ihtimamla dönüştüm

Süreğen bekârlığın,
Mendireklere bakan rüzgarlı havalar gibi,
daha yalın bir şuhlukla açılan alnın,
Toprağın renklerini taklit ederek yaşlanan dişlerin,
Otuzluk kemik ağrılarının,
Armudi, tüyleri üzerine hayasız bir inatla asılmış bir karnın,
Ve içinde biriken nice sırla benden daha mühim şahsiyetleri olan takıntılarımın
Şereflendirdiği bir ömrün acayip sefasını sürdüğüm yıllarımdayım,
Benim ona değil, aynanın bana baktığı yerdeyim.
Önceden bir ruhum, zihnim vardı.
Şimdi yalnızca posam kaldı.

Kolay değil böyle biri olmak,
Barkodum yok henüz
Vadedeceğim bir şeyim yok, Dışarıdan başarısızlık olarak gözükecek azaplı bir sevincim var yalnız.

– tevfik kanoğlu

Next

[şiir] VEYA ŞEHİT DURAN MAHALLESİNDE BİR AKŞAM, ahmet keskinkılıç

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum gönder